Çerçi Sanat'ın "Tiyatro Özel" 4. Sayısı Çıktı!

Kapak tasarımı: Özgür Şahin, Ahmet Coka

Çerçi Sanat'ın "Tiyatro Özel" 4. sayısı çıktı! Daha en başta derginin kolektif olacağını belirtmiştik. Bu sayımızın koordinatörlüğünü kurucularımızdan Özlem Şan yaptı. Dergimizin yazarlarından Tülay Akyol ve bu sayı için özel olarak tiyatro yazıları kaleme alan yazarlarımızın katkılarıyla sadece zevkle okunmalık değil arşivlik bir sayıyla karşınızdayız.

Öncelikle editörden yazımıza göz atmanızı öneririz. Gündemin kanayan yarasına parmak basan ve iktidar-sanat ilişkisini irdeleyen satırlarda kaybolmamak elde değil: http://cercisanat.com/dergi/4

"Bu dergiyi, cehennem gibi bir dünyanın cehennem gibi bir yaz günü sana ulaştırmaya çalışıyorsak elbet bizim de büyük travmalarımız var demektir."

Günebakan Konumuz: Tiyatro

Bu sayımızda tiyatro hakkında çok zengin içerikler sizi bekliyor.

"Komedi ve Komedinin Sahnede Temsili", Tülay Akyol: http://cercisanat.com/dergi/4/komedi-ve-komedinin-sahnede-temsili

"Gerçek/Sanat/Tiyatro", Ali Kırkar: http://cercisanat.com/dergi/4/gerceksanattiyatro

"Türkiye'de Tiyatro Üzerine Yayıncılık Yapmak", Özlem Şan, Tülay Akyol, Mitos Boyut Yayınları: http://cercisanat.com/dergi/4/turkiyede-tiyatro-uzerine-yayincilik-yapmak

"Radyo Tiyatrosu", Özlem Şan, Başak K. Ertanoğlu: http://cercisanat.com/dergi/4/radyo-tiyatrosu

"Çok Mutsuz Çocuk Var!", Ezgi Erdoğan: http://cercisanat.com/dergi/4/cok-mutsuz-cocuk-var

"Üç Kısa Radyo Oyunu", Başak K. Ertanoğlu: http://cercisanat.com/dergi/4/uc-kisa-radyo-oyunu

"Söylemek Yetmez Oynamak Gerek", Hülya Mete: http://cercisanat.com/dergi/4/soylemek-yetmez-oynamak-gerek

"Oyunu Oynamadan Oynamak," Başak K. Ertanoğlu: http://cercisanat.com/dergi/4/oyunu-oynamadan-oynamak

"Beyaz Yüzlü İnsanlar; Pantomim Sanatı", Pınar Alev: http://cercisanat.com/dergi/4/beyaz-yuzlu-insanlar-pantomim-sanati

"Gelenekselle Bağımız Üzerine Lafızlar", Ayşe Selen: http://cercisanat.com/dergi/4/gelenekselle-bagimiz-uzerine-lafizlar

"Tiyatro Beyaz Yakalılar İçin Neden Önemli?" Tuğçe Ayteş: http://cercisanat.com/dergi/4/tiyatro-beyaz-yakalilar-icin-neden-onemli

"Tiyatroda Çokkültürlülük, Çokkültürcülük, Polikültürcülük", Fırat Güllü: http://cercisanat.com/dergi/4/tiyatroda-cokkulturluluk-cokkulturculuk-polikulturculuk

"Ne vedalar var, üzülme o kadar (bir tiyatro yazısı)", Murat Mahmutyazıcıoğlu: http://cercisanat.com/dergi/4/ne-vedalar-var-uzulme-o-kadar-bir-tiyatro-yazisi

"Sultan ve Şair Üzerine", Özlem Şan, Tülay Akyol, Ayfer Feriha Nujen, Sema Kaygusuz: http://cercisanat.com/dergi/4/sultan-ve-sair-uzerine

"Bir Tiyatro Şöleni: İstanbul Efendisi", Nilay Uslu: http://cercisanat.com/dergi/4/bir-tiyatro-soleni-istanbul-efendisi

"İstanbul Amatör Tiyatrolar Platformu", Fikri Buber: http://cercisanat.com/dergi/4/istanbul-amator-tiyatrolar-platformu-iatp

Daha başka neler var?

Günebakan dışındaki bölümlerimiz de yine dopdolu elbette.

Ramazan Parladar "2000 Sonrası Fanzinler Üzerine Küçük Bir Değerlendirme ve İki Fanzin", Ayfer Feriha Nujen "İçindeki Şairle Oynayan Bir Romancı", Şengül Can "Bir İz Sürücü Olarak Nalan Barbarosoğlu" incelemeleriyle; Özlem Şan "Tıp", Bekir Abin "Arzu", Tuğçe Ayteş "Yok Hücre", Ruhşen Doğan Nar "İşte Karşınızda Filiz", Nedim Tekerek "Tuhaf Bir Hikaye", Erinç Durlanık "Calipolis" öyküleriyle; Serdar Solkun "K'arar", Yusuf Turhallı "Taş Avlu", İlker Filiz "Çünkü Dağın Ağrıdığı Tek Ülke Burası", Erkan Karakiraz "Nokta", Ali Kırkar "Soru" şiirleriyle ve Şenol Uysal Rojen Barnas'ın Nasname (Kimlik) şiirinin çevirisiyle sizlerle buluşuyor.

Çerçi Sanat'ı evde veya tatilde, sabah veya akşam, her an doya doya okuyabilirsiniz.

Tiyatro Türleri

Akropolis'teki tiyatro, Atina.
Çerçi Sanat'ın 4. sayısı tiyatro konulu olacak. Yazılarımız çoktan birikti. Hazırlık aşamasındayız. Siz sayıyı beklerken tiyatro türleri hakkında kısa bir bilgi verelim dedik.

Tiyatro çok uzun ve köklü bir mevzu. Antik Yunan'la birlikte tanımaya başlasak da daha eski çağlarda bulunan maskeler ve benzeri kalıntılar aslında adı konulmasa da tiyatroyla iç içe olduğunu gösteriyor.

Tiyatro Mimarisi

Tiyatro türlerinden önce bir dipnot düşelim. Eski çağlarda mimari güzelliğe amfiyitatrolar da dahil. Antik Yunan'a bakarsak yarım daire şeklindeki oturma yerleri tiyatroya gelen herkesin oyuna yaklaşık aynı mesafede durmasını sağlar. Bu yapılar, iyi bir akustik de sağlarlar. Antik tiyatrolarda dikkatinizi çekebilecek bir özellik de hep en güzel manzaralarda inşa edilmeleridir. (Bunun en güzel deneyimlendiği yerlerden biri Marmaris'te Sedir Adası'ndaki Cedrae Antik Kenti'nin amfitiyatrosudur. O kadar turkuvaz bir denize bakarken oyuna nasıl odaklanılıyordu, merak konusu!) Böylece oyundan sıkılan seyirciler, başka seyircileri rahatsız etmeden manzaranın tadını çıkarabilirler. İleriki çağlarda sahneler arkadan manzara görülmeyecek şekilde inşa edilmeye başlar. En son geldiği noktada da kapalı alanlarda oynanmaya başlar. (Açık hava sahneleri ve hâlâ dün yapılmış gibi ayakta duran Aspendos Tiyatrosu vb örnekler hariç.)

Antik tiyatrolarda sadece seyircilerin değil oyuncuların da olanakları çok. Geniş bir sahnede doğal olanakları kullanmanın yanı sıra seyircileri de oyunun içine katarak (ya da belki seyircilerin içine karışarak) etkileşimli bir oyun çıkartmak mümkün. Modern tiyatroda da teknolojik imkânlardan yararlanılabiliyor. Özellikle ses sistemi ve ışıklandırma oyunları sahnelemede oldukça yardımcı unsurlar.

Mimari hakkında biraz bilgi vermek tiyatro türlerini zihninizde canlandırmanıza yardımcı olacak.

Tiyatro Türleri

Tiyatro türleri, günümüzde oldukça çeşitlense de temel olarak üç türden bahsedebiliriz: Trajedi, dram, komedi. Üç birlik kuralına da değinelim: Olay, yer ve zamanın birliği mevcutsa o tiyatro üç birlik kuralına uyar deriz.

Trajedi: Konusu seçkin kişilerden veya mitolojideki kahramanlardan seçilen bu tiyatroda seyircilerde yoğun, şiddetli hisler uyandırmak amaçlanır. Trajedide gerek dilde, gerek karakterlerde gerekse konularda kusura yer yoktur. Bu tiyatro türünde çok iyi eserler verilmiştir ama halkı anlatmaması ve kesin kurallara tabi olması yönlerinden eleştirilebilir.

Komedi: Temelleri antik tiyatroya dayanan, güldürü ve eleştiri içerikli tiyatro türüdür. Güldürürken eğitmeyi amaçlar. Trajedinin aksine, çirkinlik ve kabalık seyirciye özellikle gösterilir, dilde argodan ve küfürden çekinilmez. Konular günlük hayattan seçilir ve üç birlik kuralına uyar. Karakter, töre, entrika gibi alt türleri bulunur.

Dram: Trajedinin sıkı kuralları var demiştik yukarıda. 19. yüzyılda ortaya çıkan dram, bu kuralları yıktı. Konular günlük hayattan seçilir, olaylar hem komik hem acıklı olabilir, karakterler her kesimdendir. Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu bulunmadığı gibi şiir ve düzyazı da iç içe geçebilir. Günümüz tiyatro eserlerine önayak olmuş bir türdür.

Günümüz tiyatrosunda karakterler, yer, zaman, olaylar neredeyse sonsuz bir çeşitlilik gösterebilir.

Dramatik Tiyatro ve Epik Tiyatro Arasındaki Farklar

Bertolt Brecht ve epik tiyatro hakkında daha önce bir yazı yazmıştık. Epik tiyatroda yabancılaştırma yöntemiyle seyirciye bir kurgunun içinde olduğu hatırlatılarak Marksist bir çizgi işlenir. Ama dramatik tiyatro seyirciyi kurguya inandırır. Brecht'in gözünden dramatik tiyatro ve epik tiyatro farklarının bir kısmı:

- Dramatik tiyatroda olaylarla, epik tiyatroda anlatıcıyla seyircinin dikkati dorukta tutulur.
- Dramatik tiyatroda seyirci oyunla iç içedir, epik tiyatroda seyirci gözlemci konumundadır, oyuna "yabancılaştırılır".
- Dramatik tiyatro anlatımla, vurgularla, retorikle iş görür; epik tiyatroda kanıtlar sunulur, diyalektik devrededir.
- Dramatik tiyatroda olay örgüsü oyunun sonu hakkında merak uyandırır, epik tiyatroda oyunun sonundan çok işleyişi önem kazanır.
- Dramatik tiyatro bir bütündür ve doğal olarak gelişir, epik tiyatro düz bir çizgi izlemez, parçalıdır.
- Dramatik tiyatro duygusal, epik tiyatro akılsaldır.

Çerçi Sanat'ın tiyatro sayısını bekleyin, bomba gibi geliyor!

Çerçi Sanat 3. Sayısı İle Sizlerle!

Çerçi Sanat 3. sayısı ile sizlerle! Bu sefer hasret uzun sürdü ama nihayet kavuştuk. Ama inanın beklediğinize değdi.

Faruk Duman söyleşisi, dosya konuları, öyküler, şiirler, denemeler ve tanıtımlarla özenli bir sayı oldu 3. sayımız.

3. sayımıza ve editörden yazımıza buradan ulaşabilirsiniz: http://cercisanat.com/dergi/3

Bu sayıda aşina olduğunuz isimlerin yanı sıra yepyeni isimlerle de tanışma fırsatı bulacaksınız.

3. sayımızda eserleri yayınlanan yazarlarımız (alfabetik sırayla): Tülay Akyol, Fatih Alpyürür, Gökhan Arslan, Rabia Aslan, Emine Aydoğdu, Tuğçe Ayteş, Alper Beşe, Şengül Can, Berna Sitera Değirmen, Bilge Demircan, Naci Fırat, Gerçek İnan, Can Karakuş, Faruk Keskin, Fatih Külahçı, Oğuz Nedirli, Caner Ok, Özlem Şan Özdemir, Yasin Öztürk, Murat Sağlam, Yusuf Turhallı, Serkan Türk.

Elbette öykü ve şiirlerimize ilüstrasyonlarıyla renk katan ilüstratörlerimizi anmadan olmaz: Yunus Kocatepe, Gizem Malkoç, Ayfer Feriha Nujen, Onur Saylam, Burcu Urgut.

Yeni sayımızı sosyal medyada ve blogumuzda paylaşmaya devam edeceğiz. Ama isterseniz şimdiden Faruk Duman röportajıyla başbaşa bırakalım sizi: http://cercisanat.com/dergi/3/faruk-duman-ile-soylesi

İyi okumalar!

Tezer Özlü: Yeryüzüne Dayanabilmek İçin

Daha önce Bilge Karasu'nun çeviri şiirleri yayınlandığında ne kadar mutlu olduğumuzu yazmıştık. Edebiyatımızın ilginç seslerinden biri olan ve 1986 yılında aramızdan ayrılan Tezer Özlü de Yeryüzüne Dayanabilmek İçin derlemesiyle tekrar bizlerle.

Sezer Duru'nun incelikle hazırladığı bu derlemede Tezer Özlü'nün genelde sevdiği yazarlar, dünya sineması, Almanya ve İsviçre hakkındaki değerlendirmeleri ile kendisiyle yapılan ve başkalarıyla yaptığı röportajları bulabilirsiniz.

Kitapta, Tezer Özlü'nün tüm eserlerinde olduğu gibi, doğrudan veya dolaylı olarak Cesare Pavese, Franz Kafka, Fernando Pessoa, Italo Svevo ve Stefan Zweig var. Ayrıca Direnmenin Estetiği'nin yazarı Peter Weiss gibi sürpriz isimlerle röportajlar ve onlar hakkında değerlendirmeler de bulunuyor.

Alman ve dünya sineması, tiyatrosu hakkında değerlendirmelerin ağır bastığı kitapta Stefan Zweig ile ilgili yazı dikkat çekiyor.

Tezer Özlü, bu dünyanın yükünü sırtında taşıdığını hisseden ve bunu sık sık sorgulayan bir yazar. "Yeryüzüne dayanmak" için kendi yöntemini bulmuş ama sağlığı bu yüke daha fazla dayanamamış. Bir de hayatın gidişatından hiç umudu olmayıp kendi yaşamına son veren yazarlar var. Tezer Özlü, çok iyi bildiğimiz örnekleri söylüyor: Walter Benjamin ve Stefan Zweig. Ama burada unutmamak gerekir: Stefan Zweig, eşi Lotte'yle birlikte intihar eder.
Stefan Zweig

Avrupa'nın Hitler döneminde düştüğü durumdan dolayı umutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşayan Zweig, 22 Şubat 1942 tarihinde Rio de Janerio'da eşiyle birlikte intihar eder. 3 sene daha dayanabilselerdi Hitler rejiminin yıkılışına şahit olacak ve belki de rahat bir yaşam sürebileceklerdi. Ama baskı rejimi, Yahudiler ve diğer azınlık üzerinde o kadar etkiliydi ki bu durumdan çıkışı, tünelin ucundaki ışığı göremeyecek kadar karanlıktı ortalık. Keşke demeden edemiyoruz; keşke Walter Benjamin, Stefan Zweig ve Lotte Zweig yaşasaydı.

Ne var ki, mevcut duruma hassasiyet de yazarlığın özünden geliyor belki. Tezer Özlü'nün yazılarında da bunu derinlemesine hissedebiliyoruz. Tezer Özlü'nün gördüğü karanlığın aydınlanması, Benjamin ve Zweig'ın şahit olduğu kadar zifiri karanlığa gömülmemek umuduyla kitaptan yazarın yaptığı bir Stefan Zweig alıntısını aktaralım:

"Dünyam yıkılmıştı. Bir yenisini kurmam gerekiyordu. Kendi kendimi çok iyi tanımak zorundaydım. Ayrıca tüm yaşadıklarımdan bir sonuç çıkarmakla da yükümlüydüm. Geriye ne kalmıştı? Birkaç değerli dost. Ve dünyayı kavramışlığın bilinci. Bu denli yitik yılın ardından yeniden sorumluluk ve yeniden cesaret duymak gerekiyordu. İşte bu bir başlangıç, bir çıkış noktası olabilirdi. Birden karar verdim. Büyük bir kenti bıraktım. Salzburg'a yerleştim. Evlendim. Kendimi artık dilediğimce çalışmalarıma verebilirdim" (s. 33-34).

Kitap Düşmanlığı

"Trafodan haberim yok, kitabıma bakarım..."
Entelektüel kelimesinin hafif alaylı bir kısaltması olan "entel", entelektüelliğin neredeyse küfür sayıldığı, edebiyat ve sanat erbabının düzen bozucu olarak görülmekten öteye gitmediği, kitap okuyan insanların bile yer yer tehdit olarak görüldüğü yerlerde genelde küçümseme, aşağılama amaçlı kullanılır.

Entelektüellik aslında geniş bir tanım ama günlük yaşamda yarattığı zorluk açısından, en basit ve en temel "entel" eylemlerden birine, kitap okumaya gösterilen tepkiye, kitap düşmanlığına değinelim.

Çok okuyan kişilerin adeta düşman, risk faktörü görülmesi elbette yeni bir durum değil. Gerek Türkiye'de gerek dünyada kitapların suç unsuru sayılması, yasaklanması, yakılması yüzyıllardan beri devam ediyor. Belli başlı kitaplar mimlenmiş olsa da (mesela Marx'ın Kapital'i) bazen sadece kitap taşımak bile soru işareti sebebidir. (Burada Fahrenheit 451'i önerebiliriz.)

Kitaplar, kitap okuyanlar hep rahatsız edici olmuştur. Kitap okuyan insanların oturmuş olan düzeni bozacağı korkusu, yeni ufuklar açılması ve daha iyi bir dünya için çabalama isteğinin önüne geçer. Neyse ki rengarenk çoksatarlar ve bazı "bağışıklık" kazanmış yazarları okumak övgü sebebi olabilmektedir. Derin bir nefes alabiliriz...

Kitapları okumak satın almaya, birinden ödünç istemeye, önümüze bırakılıverse de okumak isteyip istememize bağlı olsa da başkaları onların uygunsuz olduğuna hükmetme yetkisi bulur. Uygunsuzluk çıtası genelde çok dipte olduğu için yasakların ardı arkası kesilmez. Son zamanlarda yayıncılara, yazarlara ve çevirmenlere açılan davalar, okullarda öğretmenlerin önerdiği kitaplara gelen şikayetler gerçekten üzücü ve endişe verici.

İnternet aleminin ünlü sözlüklerinde "otobüste kitap okuyan artist" tip gibi başlıklara rastlamak bile mümkün. Demek ki kendi halinde kitap okuyan bir insan başkalarının gözüne batan rahatsız edici bir unsur olabiliyor. Hal böyleyken, ne yapacağız? Elbette okumaya devam edeceğiz. Otobüste, evde, sahilde, fırsat bulduğumuz her an her yerde...

Çerçi Sanat'ın üçüncü sayısını hazırlarken kitapların bizi beslediği bilinciyle hem yazarımızın kitaplarını hem de onları destekleyecek teori kitaplarını ve başka edebi eserleri okumaya gayret ettik. Dördüncü ve sonraki sayılarda da bu gayretimizi sürdüreceğiz.

Ve pek tabii ki: Sayılarımızın hazırlık sürecinde sizlerin de desteğinizi bekliyoruz!




Bugün Dünya Tiyatrolar Günü!


Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü. Dünyanın 48 ülkesinde her yıl etkinliklerle kutlanan tiyatro günü ülkemizde de Şehir ve Devlet Tiyatroları ile çeşitli bağımsız grupların ücretsiz gösterimleriyle kutlanıyor.

A. M. Julien adında bir Fransız tiyatro adamının ilk kez 1957’de Paris’te düzenlediği ‘Theatre Des Nationes’ (Uluslar Tiyatrosu) adıyla başlattığı festival geleneği, dünyanın bir çok yerinden gelen tiyatro etkinliklerini bir araya getirmeyi amaçlıyordu. Daha sonraki yıllarda dans ve operanın da eklendiği festival çok büyük ilgi gördü.

1947 yılında İngiliz oyun yazarı ve eleştirmeni J. B. Priestley başkanlığında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü dünya üzerinde 48 ülkede temsilcilikler oluşturmak üzere örgütlenmeyi sağladı. 1962 yılında üye ülkelerce kutlanmak üzere bir tiyatro günü belirlemeye karar verdi ve bu günü Uluslar Tiyatrosunun açılış tarihi olan 27 Mart olarak kabul etti. Ülkemiz de 1978'den bu yana bu örgütlenmenin içerisinde yer alıyor ve 27 Mart’ı Dünya Tiyatrolar Günü olarak  kutluyor.

Enstitü aynı zamanda 1962 yılından itibaren her yıl dünyaca tanınmış bir tiyatro adamının kaleme aldığı bir bildiri yayınlamaya başladı. Bu bildiriler 27 Mart’ı kutlayan tüm ülkelerde gösterimler öncesi sahnelerde, televizyon kanallarında ve radyolarda okunuyordu. 1977 yılında enstitü her ülkenin kendi bakış açıları  ile ulusal bildirilerini de yazmasına karar verdi. Türkiye’de 1978 yılında ilk Ulusal Tiyatro Bildirisini Muhsin Ertuğrul yazdı.

Bu yıl da 2014 Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisini Güney Afrikalı oyun yazarı ve yönetmen Brett Bailey, Türkiye’de ise 2014 Ulusal Alternatif Tiyatro Bildirisini Yücel Erten yazdı.

Bizler de Çerçi Sanat olarak bu iki bildiriyi sizlerle paylaşmak istedik. Herkesin Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun.

2014 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ


 Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar.

İnsanlar ufacık köylerde ağaçların altında, koskocaman şehirlerde gelişkin teknolojinin eseri sahnelerde, okul salonlarında, arazilerde, tapınaklarda, gecekondu mahallelerinde, şehrin göbeğinde, halkevlerinde, yoksul mahallelerin bodrumlarında, insanlık halinin o karmaşık durumunun, çeşitliliğimizin, kırılganlığımızın bir ifadesi olarak, bedenle, nefesle, sesle yarattığımız gelip geçici teatral dünyalarda yakınlaşırlar birbirleriyle.

Bir araya geliyoruz çünkü ağlayıp hatırlayacağız, güleceğiz ve dalıp gideceğiz düşüncelere, öğreneceğiz ve tasvip edeceğiz, hayaller kuracağız. Teknik hünerimize şaşırtırken tanrılar bedenlenecek cismimizde. Güzelliği, şefkati ve canavarlığı yaratmaya yeter olmamızın ortak nefesini yakalayacağız. Bir araya geleceğiz çünkü canımıza can katıp gücümüzü toplayacağız. Farklı kültürlerimizin zenginliklerini kutlayıp bizi bölen sınırları sileceğiz.

Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar. Bir arada bulunmaktan doğar, birinden öbürüne değişen geleneklerimizin maskelerini takar, kıyafetlerini giyer. Dillerimizi, ritimlerimizi, beden dillerimizi kendisine mâl ederek kalabalığımızın orta yerinde temiz bir alan açar.

Ve biz, bu kadim ruhla çalışan sanatçılar, bu ruhu yüreğimiz, düşüncemiz ve bedenimiz aracılığıyla yaymaya öylesine zorunluyuzdur ki, gerçekliklerimizi olanca somutluğu ve ışıl ışıl bilinmezliğiyle ortaya koyabilelim.

Ancak, milyonlarca insanın hayatta kalma mücadelesi verdiği, baskıcı rejimlerden ve vahşi kapitalizmden acı çektiği, çatışmalardan ve felaketlerden kaçtığı, özel hayatımızın istihbarat teşkilatları tarafından dinlendiği, sözcüklerimizin saldırgan hükümetler tarafından sansürlendiği, ormanların üzerinden geçilip türlerin yok edildiği, okyanusların zehirlendiği bu çağda asıl soru şudur; neyi ortaya koymaya zorunluyuz?

Güç dengesinin olmadığı, çeşitli baskın düzenlerin bizi tek ulus, tek ırk, tek cinsiyet, tek cinsel tercih, tek din, tek ideoloji, tek kültürel sistemin diğer hepsinden üstün olduğuna inandırmaya çalıştığı bu dünyada sanat alanlarının toplumsal gündemin dışında tutulması gerektiği konusunda ısrarcı olmak ne kadar savunulabilir?

Gösteri mekânlarının ve sahnelerin sanatçısı olan bizler, piyasanın steril taleplerine uyum mu sağlıyoruz yoksa toplumun yüreğinde ve aklında temiz bir yer açabileceğimiz, insanları etrafımıza toplayıp bir taraftan hayran bırakırken diğer taraftan esin ve bilgi kaynağı olabileceğimiz, açık yüreklilik ve ortaklaşmayla dopdolu bir dünya yaratabileceğimiz gücümüzü mü kullanıyoruz?

Brett BAILEY



2014 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ALTERNATİF BİLDİRİSİ


Bugün “Dünya Tiyatro Günü”. Yeryüzünün dört bir bucağında şenliklerle kutlanıyor. Bu yurdun sanatçıları olan bizler ise, şenlik düzenlemek bir yana, kaygı ve isyan duygusu içindeyiz.

İktidara hakim zihniyet, ülkemizde sanata topyekûn savaş açmış görünüyor. Gün geçmiyor ki sanat alanlarımız, gerici bir zihniyetin alelacele çırpıştırdığı yıkımcı buyruklarla karşılaşmasın.

Gözdağı, baskı, tehdit, sansür, rant ve yıkım, sanat alanlarımızın ve kurumlarımızın Alikıranbaşkeseni oldu.

Dans belden aşağı, heykel ucube, resim müstehcen, edebiyat sakıncalı, opera lüks, orkestra zulüm, sinema ayıp, tiyatro tehlikeli, kitaplar bomba sayılıyor.

İnsanlığın ortak mirası olan kültürel ve tarihi dokular, saygısız bir talan furyası ile karşı karşıya.

Sanat eğitimi gecekonduya sıkıştırıldı.

Sanat üretilen ve sunulan yapılar ya alışveriş merkezine ya da karakola dönüştürüldü.

Sansür gündelik olay halini aldı.

Sokak sanatçılarına karşı baskı ve taciz, aldı başını yürüdü.

Özel tiyatrolar, koşullu sadakaya bağlandı. Destek fonuna kabul edilemez, çağ gerisi bir ‘ahlaki ve milli değerler’ kapanı kuruldu.

Yerel yönetim tiyatroları belediye memurlarının meşrebine mahkûm edildi.

Adına TÜSAK denilen bir fetva ile cumhuriyetin gözbebeği sanat kurumları için idam fermanı düzenlendi.

Dozerler, TOMAlar, gaz fişekleri, akrepler ve çıyanlar, özgür düşüncenin, bilimin ve sanatın kapısında nümayiş halinde…

Bütün bunlar karşısında, yandaş medya kör ve sağır. Üniversitelerin tiyatro bölümleri kıpırtısız. Kültür Bakanlığı uzman, memur ve danışmanları önünü ilikliyor. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün Türkiye Milli Merkezi de tabuttaymışçasına suskun…

Sanat kurumlarımız zaman içinde aşınmış ve yıpranmış olabilir.

Buna yol açan, çağın isteklerine yanıt veremeyen eskimiş yasalar, siyasilerin ve yöneticilerin ihmalleri, orantısız derecede düşük bütçe ve yatırımlar, moral bozucu çifte standart uygulamaları ile asılsız ve orantısız suçlamalardır.

Çok iyi biliyoruz ki, mevcut durumdan sanatçılar da hoşnut değildir. Ve çözüm üretmek için çalışmaktan geri durmamış, emek vermiş, öneriler ortaya koymuşlardır.

Ne var ki iktidardaki zihniyet, bu birikime kulaklarını tıkamıştır. Kurumları onaracak, iyileştirip geliştirecek rasyonel tedbirleri almak yerine, yıkımcılık yolunu; halkın sanat ihtiyacını uygun şekilde karşılamak yerine de, kâr ve rant yolunu seçmiştir.

Biz sanatçılar, ustalarımızdan el aldık. Sanatımızı öğrenirken, insanı görmeyi, insanı sevmeyi öğrendik.

Siyasal rant oyunlarını değil, oyun sevinciyle gönülleri fethetmeyi öğrendik.

Dans ederken; yerçekimine meydan okumayı, insanların bedenine ve ruhuna kanat takmayı öğrendik. Biz bedenimize çelik bir disiplin kazandırmak için parmak ucuna çıkarken, sıçrarken; toplumu yüceltmenin, sıçratmanın düşünü paylaştık.

Çoksesli şarkılarımızı söylerken; kulaklardaki ve zihinlerdeki duvarları yıkmayı öğrendik. Arşe çekmeyi, üflemeyi öğrenirken; insanların yüreğine su serpmeyi, zihnine ışık tutmayı öğrendik.

Biz fırçamızla renkleri türküye ve halaya dönüştürmeyi; ağaç, toprak, taş ve tunca Kybele anamızla Nasreddin babamızı koymayı öğrendik.

Sesimizi, diyaframımızı, kulağımızı, ellerimizi, bedenimizi eğitirken; insanlığın doğrularını savunmak için sesimizi gürleştirmeyi de öğrendik.

Sadece ezber yapmayı öğrenmedik; dar kafalı siyasetçilerin, sömürgenlerin, aymazların ve çıkarcıların ezberini bozmayı da öğrendik.

Orkestralarımız uyum içindeki çoksesliliğin simgesidir.

Sahnelerimiz insanlığın kendisiyle yüzleştiği, tarihiyle ve geleceği ile hesaplaştığı, iyi ile kötüyü ayırt ettiği, önyargılarla savaştığı, aydınlığa ulaşmaya çalıştığı şenlik alanlarıdır.

Sessizliğin içindeki çığlığı, heyecanın barındırdığı dönüşümü, gözyaşının arındırıcı hızını, kahkahanın devrimci gücünü; avuçlarımızda su taşırcasına seyircimizle paylaşırız.

Ama biz sanatçılar yalnızca duygular dünyasının ve ilhamın değil; aynı zamanda aklın, bilginin, bilincin, vicdanın ve emeğin kuracağı, yeni ve güzel bir dünyanın neferleriyiz. Daha uygar bir dünya, kardeşçe ve daha iyi bir yaşam ve daha duyarlı, daha birikimli bir toplum; biz sanatçıların vazgeçilmez düşüdür. Bu yüzden sonunda, divan kurup yasa yapmayı da öğrendik.

Bu bağlamda: Sanat kurumlarımızın yok edilmesi girişimine sonuna kadar karşı çıkacağız! Susmayacağız, çünkü sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz!

Şunu söylemek ve savunmak, büyük savaşçı ve büyük sanatkâr Mustafa Kemal’e, cumhuriyetin kurucularına, yurdumuzun sanat öncülerine, bizleri yetiştiren aziz öğretmenlerimize, halkımıza ve tarihe karşı borcumuzdur:

Er ya da geç, yurdumuzda bilim ve sanat özgür, kurumları özerk olacaktır!…

YÜCEL ERTEN

Edebiyat ve Sanat Gündemden Sorumlu Mudur?

Başlıkta sorduğumuz soruya peşin peşin cevap verelim: Evet, sorumludur. Hatta ekleyelim. Edebiyat ve sanat özü itibarıyla özgür ve eleştireldir.

Denilebilir ki, hakim düşünceyi savunan iyi eserler de verilebilir. Orta Çağ'da sanatın din etkisi altında veya derebeylerin sponsorluğunda, onların istediği şekilde icra edildiğini gözlemleyebiliriz. Bu dönemde müthiş sanat eserlerinin varlığına şahit olabiliriz. Ama belli temalar altındaki enfes yorumlar sanatçının açtığı ufuklarla bağlantılı değil midir? O sanatçı mevzu bahis zorunluluklar altında olmasaydı daha çeşitli ve daha çarpıcı eserlere imza atmayacak mıydı diye insan düşünmeden edemiyor. (Rönesans da bir nevi böyle doğdu zaten.)

Sansür ve baskı edebiyatçıların ve sanatçıların önündeki en büyük engellerdir. Elbette genel geçer bir çizgide eser veren sanatçılar durumdan rahatsız olmayabilir, geleceğe kalmak gibi bir kaygıları da olmayabilir. Ama insanlık tarihine baktığımızda gidişatı değiştirenlerin, ellerini taşın altına koyan sanatçılardır. Sansür ve baskıyı kabul eden sanatçılar tarihte yitip gitmeyi ve önlerine konulan yaşamı kabul ederler. Kalıcı olanlar, ses çıkaranlardır. Bugün hâlâ Aziz Nesin, Bertolt Brecht gibi isimleri konuşuyorsak bunu bir düşünmemiz gerekli.

Sonuçları ne olursa olsun her yüzyılda, her siyasi ortamda eleştirel kalmayı, sonuçları ne olursa olsun ses çıkarmayı başaran sanatçılar olması umut verici. Yakın tarihimizde edebiyat ve sanata yönelik sansür ve baskı endişe verici ama aşılamaz değil. Mevcut ve gelecek nesillerin daha iyi bir yaşam sürmesi için edebiyat ve sanatın özgürlüğü ve eleştirelliği gerekli.

Muzip Bir Bilim Kurgu Yazarı: Douglas Adams

Bilim kurgu kitapları, iyi yazılmış olanları bilimsel gerçekliklerden beslenirken bizim de hayal gücümüzde yeni kapılar aralar. Hele bir de işin içine mizah girdi mi değmeyin okurun keyfine! Bilim kurgu ve mizah denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri Isaac Asimov ve pek tabii ki Douglas Adams.

The Hitchhikers Guide to the Galaxy (Otostopçunun Galaksi Rehberi) Douglas Adams'ın en ünlü ve en kapsamlı eseri. Altı romandan oluşan eser günümüz bilim kurgusunun en önemli parçalarından biri. Kallavi görüntüsüne rağmen o kadar sayfayı nasıl okuyup bitirdiğinizi fark etmiyorsunuz bile.

Kendi halindeki başkarakter Arthur Dent'in hayatı galaktik bir karayolunun evinden geçirileceğini öğrenmesiyle altüst olur. Başlarda dirense de bir arkadaşının desteğiyle ilginç maceralara atılır ki bunlara evrenin sonundaki restoranda yemek yemek de dahildir. Kitabın en eğlenceli ve en bilindik alıntısı -sürprizbozandan çekinenler lütfen paragrafın devamını okumasın- "42"dir. İnsanların yüzyıllardır merak ettiği bir soru vardır: "Hayatın anlamı nedir?" Bunu öğrenebilmek için dünyanın görüp göreceği en akıllı bilgisayarı icat ederler ve yüzyıllarca cevap beklerler. Sonunda cevap gelir: "42". Herkes büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ama bilgisayar lafı gediğine koyar: "Önce doğru soruyu sormayı öğrenin!"

Douglas Adams çok yönlü bir yazar. Bilim kurgu ve mizah yazılarının yanı sıra radyo tiyatrosu,  televizyon dizisi ve bilgisayar oyunu da yazdı. Monty Python'da rol aldı, hem de ilk göründüğü sahne ironik bir şekilde 42. Bölüm oldu. Pink Floyd'dan oldukça etkilendi ve eserleri de bu etkiden yararlandı. David Gilmour'la da arkadaşlardı ve Adams'ın 42. doğum gününde Gilmour onun konuk olarak sahne almasını sağladı. Adams, konuk olduğu bu konserde "Brain Damage" ve "Eclipse" şarkılarında gitar çaldı. Radikal ateistti ve radikal kelimesini özellikle vurguluyordu ki insanlar agnostik olup olmadığını sormasınlar. Ayrıca, soyu tükenen canlıları savunan bir doğa aktivistiydi.

Otostopçunun Galaksi Rehberi yapımcıların gözünden elbette kaçmadı ve filmi çekildi. Başrolde, Bilbo Baggins olarak da gördüğümüz ve rahatına düşkün olup maceraya sürüklenme konusunda üstüne olmayan Martin Freeman oynuyor. Filmde Don't Panic (Panik Yok) havlusundan Deep Thought (Derin Düşünce)  bilgisayarına kadar birçok şeyi canlı canlı görme fırsatını elde etsek de kitabın tadını pek aldığımız söylememez.

Douglas Adams çok eski bir yazar değil ama etkisini daha uzun yıllar sürdüreceğini bu etkileyici eserinden anlayabiliyoruz.

Bilge Karasu Şiir Çevirileri

Çok sevdiğimiz ama bu dünyadan göçüp gitmiş bir yazardan yeni bir eser okuyamayacağımızı bilmenin burukluğu kaplar içimizi. Ama bazen güzel sürprizler olur ve biz yıllar sonra onun kaleminden bazı saklı kalmış satırlar okuma fırsatı elde ederiz. Ne mutlu ki Bilge Karasu için de böyle bir durum gerçekleşti.

Sunuş'ta da okuyacağınız üzere, Tunç Tayanç'ın iki yıllık titiz çalışması ve ona yardımcı olan Cevat Çapan ile adı geçen tüm edebiyatçılar sayesinde Bilge Karasu'nun şiir çevirilerini okuma şansına sahibiz şu anda.

Kitapta Bilge Karasu'nun dergiler ve başka mecralarda yayınlanmış Gustavo Adolfo Bécquer, Ferederico Garcia Lorca, Ezra Pound, William Shakespeare, T. S. Eliot, B[alachandra]. Rajan, Srinivas Rayaprol'dan şiir çevirilerini ve "Yunan Güldestesi" Epigramlarından Dört Mezar Yazıtı çevirisini okuyabiliyoruz.

Hepsi birbirinden güzel olan çevirilerde hem iyi bir edebiyat deneyimi yaşıyor hem de Bilge Karasu'ya olan özlemimizi biraz olsun dindiriyoruz. Kesinlikle kaçırılmamalı!

Adı: Bilge Karasu Şiir Çevirileri
Hazırlayan: Tunç Tayanç
Yayınevi: Metis Yayınları
Basım yılı: Şubat 2014

Gezgin Bir Anlatım Ustası: Lawrence Durrell


Lawrence Durrell "Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?" sorusunu iki ucundan da tutmuş ve deneyimleriyle harmanladığı eserler vermiş bir yazar. Hindistan'da doğup İngiltere'de büyümüş, daha Yunanistan ve çeşitli Akdeniz ülkelerinde yaşamış. Hiçbir zaman Britanya vatandaşı olmamış, Britanya'ya giriş ve orada ikamet izni alamamış, her girişinde vize almak durumunda kalmış.

Yersiz yurtsuz biri demek ne kadar doğru olur bilinmez çünkü Ege ve Akdeniz onu kucaklamış: Yunanistan'ın Korfu Adası, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Rodos, İskenderiye, Kıbrıs...

Louis-Ferdinand Céline'nin Gecenin Sonuna Yolculuk kitabının başlangıcında şöyle bir cümle yer alır: "Yolculuk etmek, çok işe yarar, düş gücünü çalıştırır." Lawrence Durrell'in kitaplarındaki anlatım zenginliğinin ve düş gücünün de onun seyahatlerinden beslendiği yadsınamaz.

Ne mutlu ki Lawrence Durrell Türkiye'de keşfedilmiş ve kitapları iyi bir şekilde Türkçeye çevrilmiş bir yazar. Bu kitaplarından en ünlüsü ve şu anda baskısı olanlar İskenderiye Dörtlüsü'ndeki JustineBalthazarMountolive ve Clea. Bu kitaplarda bir karakter başka bir karakteri anlatıyor ve dört ana karakterin inceliklerinden ilişkilerine kadar doyumsuz bir anlatım şöleninde buluyorsunuz kendinizi. Ama ana karakterlere kapılıp yan karakterleri es geçmeyin! Fahişe Melissa ve travesti Scobie gibi eşsiz karakterleri de barındırıyor bu dörtleme. Dörtleme genelde oryantalist eğilimiyle eleştiriliyor (Katılmakla birlikte, Scobie hariç diyelim.)

Avignon BeşlemesiSırbistan Üzerinde Beyaz KartallarKaranlık Labirent, anılarının yer aldığı Kıbrıs'ın Acı Limonları da Durrell'in okuyabileceğiniz kitapları arasında.

Lawrence Durrell'in şair de olduğunu ama romanlarının gölgesinde kaldığını da not düşelim.

Seyahat hakkında kendi kelimelerinden bir alıntıyla sonlandıralım yazıyı. Kıbrıs'ın Acı Limonları'ndan gelsin: "Seyahatler, sanatçılar gibi, kendiliğinden doğar, oluşturulmaz. Binlerce farklı koşul onlara katkıda bulunur, bu koşulların çok azı bilinçlidir veya irade tarafından belirlenmiştir; ne düşünürsek düşünelim."




Editörden Yazısı

Editörden yazısı dergilerin olmazsa olmazıdır, her sayıya has bir önsözdür. Okurlarla yeni bir sayının heyecanını paylaşmak, onları dergiye buyur etmek ve onlara dergide, o sayıda neler bulabileceklerini anlatmaktır.

Biz de Çerçi Sanat'ı Editörden yazısından mahrum bırakmıyoruz. Hatta dergideki öyküler, şiirler ve denemeler kadar keyif alabileceğiniz tatta metinlerle karşınıza çıkmaya çabalıyoruz.

İşte ilk iki sayımızdaki Editörden yazılarımız:

1. Sayıda


İlk sayımızda yepyeni bir maceraya atılmanın sevincini sizlerle paylaştık. Çerçi nedir, Çerçi Sanat nedir, hepsine değinmeyi amaçladık:

"Çerçi, böylesi sorunlarla sesi soluğu çıkmayacak hale getirilmiş sanat ortamına belki de bir çıkış olma umuduyla oluşturulmuş bir sanat kolektifidir. Çerçi, özerktir. Tuttuğu yolun özel bir yol olduğunun bilinciyle hareket eder. Hesap defteri tutmaz. Hesap defterleri tüccarlara özeldir çünkü. Çıkar ilişkilerinin dört bir yanı sardığı günümüzde hesap defteri tutmayacak kadar budaladır. Bu budalalığının haklı gururunu yaşar yürüdüğü patikalarda. Çünkü ulaşabilirse bir güzelliğe ancak bu budalalıkla ulaşılabileceğini bilir. Hayalperestliği de buradan gelir. Sanata olan güveni de… Hatta insana olan güveni de… Çerçi için iyi metin dünyayı kurtaracaktır.Çok fazla konuşmayıp sözü dergiye bırakalım artık."

Tamamını okumak için: http://cercisanat.com/dergi/1

2. Sayıda


İkinci sayımızda heyecanımız, daha da iyi bir sayı çıkarabilme hedefiyle daha da artmıştı. Hislerimize yine Editörden yazımızı tercüman etme yoluna gittik ve e-dergi olmanın inceliklerine değindik:

"Peki, Çerçi Sanat neden sadece internet üzerinden yayın yapıyor? İnternet üzerinden yayın yapmamızın öncelikli nedeni ulaşılabilirlik. Çünkü Çerçi Sanat olarak, sanat dergilerinin kolay ulaşılabilir olması gerektiğini düşünüyoruz. Şöyle ki yayın-yayım hayatına başlayan sanat dergisinin amacı bellidir: çok satmak. Tabii ki değil. Bizce bir sanat dergisinin ilk amacı herkese açık olmasıdır. Yani sadece edebiyatla ilgilenen kısıtlı bir zümre yerine bütün toplumun (hatırlatırız Çerçi hayalperesttir) faydasına sunulmalıdır. Sadece matbu alana hapsedilmiş dergilerin ne kadar ulaşılabilir olduğu ortadadır."

Tamamını okumak için: http://cercisanat.com/dergi/2

Üçüncü sayıda sizi ve bizi nasıl bir Editörden yazısı bekliyor, çok yakında göreceğiz!

Sanatın sınırları nedir?

Sanatın sınırları nedir? Sanat nerede başlar, nerede biter? Yüzyıllardır tartışılan ve yanıt bulunamayan bir soru...

Resim, müzik, heykel, sinema, fotoğrafçılık gibi dalları sanata dahil etmekte pek tereddüt etmiyoruz. Tabii eserlerin kalitesi, yaratıcılık gibi etmenler kararımızı etkiliyor.

Günümüzde olanaklar arttıkça sanatın sınırları daha da genişliyor ve yaptığımız tanımlamalar öncekilerden de muğlak hale geliyor.

Sanatta kullanılan malzemeler herhangi bir şey, sanat yapılan mekanlar herhangi bir yer olabilir. Sanatı sanat yapan en önemli unsurlardan biri bu özgürlük belki de...

Geri dönüşüm desek kulağa sanatsal gelir mi? Son yıllarda yapılamlara bakarsak bizim sadece çöp diye baktığımız birçok şey sanat eseri olarak karşımıza çıkıyor. Eski CD'ler, tuvalet kağıdının kartonu, atılmış kitaplar, aerosoller, pikseller...

Bu yazıya vesile olan, bir adli tıp uzmanı. Kafatası şeklindeki bir votka şişesi adli tıp teknikleriyle tamamlanırsa ortaya nasıl biri çıkar diye merak etmiş. Sonuç, şen şakrak görünümlü, potansiyel bir alem arkadaşı. Peki, bunun sanat olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?

Yaratıcılık, emek, malzeme, haz, pek çok etmen, bir o kadar göreceli. Ama şunu kendimizden emin bir şekilde söylemekte sakınca yok galiba: Ne mutlu dünyaya sanat eseri getirenlere!




Richard Wagner ve Gesamtkunstwerk

Richard Wagner 19. yüzyıla damgasını vuran, çok yönlü bir müzisyen. Sadece opera bestecisi değil yönetmeni (Beethoven'ın eserleri dahil), tiyatro direktörü. Ayrıca müzik hakkında teorileri ve yazıları da bulunuyor.

Tartışmalı siyasi görüşlere sahip olsa da müzik alanında bir çığır açtığı göz ardı edilemez bir gerçek. Richard Wagner'in dünyaya armağan eserler bugün hala aynı coşkuyla dinleniyor ve sahneleniyor. Wagner'in en önemli teorik katkılarından biriyse "Gesamtkunstwerk".

Gesamtkunstwerk


Gesamtkunstwerk kelime anlamı olarak "bütün sanat eseri" demek. Daha açıklayıcı bir şekilde "sanatların sentezi" diyebiliriz. Wagner bir sanat eserinin birçok sanatın bir araya getirilerek oluşturulmasını savunuyordu. Müzikle birlikte şiir ve tiyatronun estetik bir şekilde bir araya getirilerek eksiksiz olarak ortaya konulan sanat eseridir Gesamtkunstwerk. Wagner'in bu teorisi sadece opera sanatını değil sinemayı da etkilemiş bir teoridir.

Wagner'den sonra, Gesamtkunstwerk mimaride de kullanılmıştır. Sanat eserinde olduğu gibi bir bina da dış görünümü, iç tasarımı, bulunduğu yer ve süslemeleriyle bir bütün olarak görülür. Mimarideki Gesamtkunstwerk'in temelleri aslında Rönesans döneminde, Michelangelo gibi sanatçılar tarafından atılmış, Barok döneminde de devamı getirilmişti. Frank Lloyd Wright gibi mimarlar tarafından da devamı getirildi.

Siyasi görüşleri


Richard Wagner müzik alanındaki katkılarının dışında kötü bir üne de sahip. Ari ırkı savunan ve Yahudi karşıtı olan Wagner, bu minvalde birçok yazının da sahibi. Antisemitik görüşlerini böyle dile getirmesine rağmen Yahudi dostları, meslektaşları ve destekçileri oldu. Hitler, Wagner'in müziklerinin hayranıydı ve Wagner, onun gelecekteki düşüncelerini şekillendiren şahsiyetlerden biri oldu.

Wagner'i sosyalist olarak yorumlayanlar da oldu, eleştirenler de. (Zamanında onun müzik ve operaya getirdiği yenilikleri reddeden ateşli karşıtları da bulunuyordu.) George Bernard Shaw, Theodor Adorno ve Walter Benjamin onun hakkında yorumlar kaleme aldılar. Benjamin, Wagner'i "burjuva yanlış bilinci"nin bir örneği olarak gösterdi.

Friedrich Nietzsche


Filozof Friedrich Nietzsche, müziğine hayran olduğu Richard Wagner'le ve daha sonra eşi Cosima'yla tanıştı. Nietzsche'nin bu hayranlığı karşılıksız değildi. Wagner de akademik çevrede onun felsefesini savundu. İlerleyen zamanlarda Nietzsche'nin düşünceleri değişmeye başladı. Nietzsche'nin birbirinden bağımsız olarak yayınladığı dört uzun denemede Schopenhauer ve Wagner'in Alman kültürünün gelişmesi için önerdikleri yolları kültürel açıdan eleştirdi. Nietzsche'nin Paul Ree'yle yakınlaşıp pesimizmi bırakması, Beyrut Festivali'ndeki bayağı gösteriler ve insanların tavırları, kendinin karşıtlık duyduğu türden Alman kültürünü Wagner'in hararetle savunması onu hayranlık duyduğu Wagner'den uzaklaştıran sebepler oldu.

Eserleri


Wagner müzik dışında da eser verdi ama burada ünlü operalarından birkaçına değineceğiz. Oldukça canlı eserler veren Wagner, operalarında genelde kahramanlık destanlarını anlattı.

Der Ring des Nibelungen

Nibelung Yüzüğü (der Ring des Nibelungen), dört epik opera dizisinden oluşan bir sanat eseri: "das Rheingold", "die Walküre", "Siegfried", "Götterdaemmerung". Dizinin tam performansı dört gece, toplamda 15 saat sürüyor. Eski Yunan tiyatrosuyla şekillenen operaların ilk üçü trajedi, sonuncusu satir. Müzikleri kadar konusu da epik: Tüm dünyaya hükmedecek büyülü bir yüzüğün etrafında tanrıların, kahramanların ve birçok efsanevi yaratığım mücadeleleri anlatılıyor.

Bir saatlik versiyonunu dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=-HujjNQPv2U

Tristan und Isolde

Tristan und Isolde üç perdelik bir opera. Ama Wagner bu eserini operadan öte bir tiyatro eseri olarak tanımlar. Bu eseri daha önce benzerine rastlanmamış, renklerin ve tınıların kullanımı ve öğelerin uyumuyla önemli bir yere sahip. Romantik müziklere sahip bu eserde efsanevi Tristan ve Isolde aşkının hikayesi işleniyor.

Dört saat kesintisiz hali için: http://www.youtube.com/watch?v=hVHNWn-2_TY

Die Walküre:

Die Walküre de üç perdelik bir opera. Nibelung Yüzüğü'nün ikinci, bestelenme sırası olarak üçüncü operası. Die Walküre, İskandinav mitolojisindeki savaşçı bakireler demek ve operada hangi askerlerin ölüp hangi askerlerin yaşayacağına karar veriyorlar.

Dört saat hem dinleyebileceğiniz hem de izleyebileceğiniz bağlantı: http://www.youtube.com/watch?v=1nuu9Rr1o9w

Die Walküre'nin en ünlü parçası olan "Ride of the Valkyries": http://www.youtube.com/watch?v=GGU1P6lBW6Q


Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro

On parmağında onlarca marifet olan bir yazar Bertolt Brecht. Roman yazarı, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni, şair ve Marxist. Brecht'in tiyatroları 20. yüzyıla damgasını vururken bugün hala güncelliğini koruyor.

Bertolt Brecht, eserleri ve düşünceleri yüzünden ölümle burun buruna gelmiş, uzun yıllar sürgünde kalmış bir yazar. Hitler iktidara geçtiğinde eserleri sekteye uğrar ve idam korkusuyla doğup büyüdüğü Almanya'yı terk eder. Prag, Zürih ve Paris'te kısa süre kaldıktan sonra bir yazar arkadaşının davetiyle Danimarka'ya yerleşti. Birlikte yaşadıkları evde, Walter Benjamin dahil birçok ünlü konuk ağırladılar. Savaşın yaklaşmasıyla İsveç'te Stockholm'e yerleşir. Ama Hitler Norveç ve Danimarka'yı işgal edince Finlandiya'da Helsinki'ye yerleşerek bir süre ABD vizesinin çıkmasını bekler. Yaşamının son yıllarında Berlin'e geri döner, burada hayata gözlerini yumar. Mezarı halen Berlin'de.

Bertolt Brecht 58 yıla sığdırdığı zorlu yaşamında yazın ve tiyatro tarihinde önemli izler bıraktı. Marxist olan ve komünist olduğunu dile getiren Brecht, eserlerinde diyalektik materyalizmin eleştirel estetiğinin yaratılması üzerine çalıştı.

Epik tiyatro


Bertolt Brecht epik tiyatro, daha sonra kendi adlandıracağı üzere diyalektik tiyatro türünün kurucusudur. Epik tiyatroda adı geçen diğer sanatçılar arasında Vladimir Mayakovsky ve Erwin Piscator da bulunuyor. Epik tiyatro, siyasi bir amaç taşır. Tiyatronun elit sınıf dışında emekçi sınıfa hitap eden, halkın sorunlarını işleyen bir tiyatro olması savunulur.

Brecht'in epik tiyatroda kullandığı en önemli tekniklerden biri Verfremdungseffekt, yani yabancılaştırma efektidir. Bu tekniğin amacı seyirciyi oyundan kopuk hissettirmek, böylece sahnenin kurgusal gerçekliğine gömülmelerini veya karakterle aşırı empati kurmalarını engellemektir. Bunu sağlamak için oyunlarda parçalara ayırma, karşıtlık ve çelişkiden yararlanılır.

Bertolt Brecht'in Üç Kuruşluk Opera adlı eserinden eğlenceli bir sahneyi buradan izleyebilirsiniz (altyazısız):
http://www.youtube.com/watch?v=WFIlTonERS8
* Konu olarak, gelinlik giymiş aktrisin uygun bir koca arayışını ama hiçbir adayı beğenmeyişini anlatıyor. Ona iyi ve düşünceli davranan, yat kat sahibi olan, vb herkese "Nein!" diyor. Ama ona ters davranan, beş parası olmayan adaya "Ja" diyor.

Eserleri


Brecht'in Türkçede basılmış olan eserlerinden bazıları:

- 8 ciltten oluşan Bütün Oyunları
- Bertolt Brecht'ten Öyküler
- Epik Tiyatro
- Beş Paralık Roman (Sevgi Soysal çevirisi ve Walter Benjamin'in sonsözüyle)
- Günlükler 1-2
- Oyun Sanatı ve Dekor
- Radyo Kuramı ve Sinema Üzerine



Küçürek Öykü (Minimal Öykü) Nedir?

Çok kısa öykü, minimal öykü olarak da anılan küçürek öykü çok kısa ama bir o kadar yoğun bir öykü türüdür. Günümüzde birçok alanda sadeleştirmenin yanı sıra o alanın içinin boşaltılması, kolay tüketilir hale gelmesine sık sık rastlar olduk. ama küçürek öykü böyle değil. Birkaç sözcükle sizi duygu ve düşüncelere boğabilecek bir kuvvete sahip.

İlk bakışta "ben de yazarım ne var ki" demeyin çünkü bu öyküler yazarın dile hakimiyetini, sözcük dağarcığını, kurgu kabiliyetini, duygu ve düşünce dünyasının derinliğini gösterir. Ünlü bir örnek verelim:

"Satılık: bebek ayakkabıları, hiç giyilmemiş." (For Sale: baby shoes, never worn.)
Ernest Hemingway

Dünyada


Dünyada küçürek öykülerin birçok örneği mevcut. Yukarıda Ernest Heminway'den örnek vermiştik. Ama küçürek öykünün tarihi fabllarından tanıdığımız Ezop'a kadar uzanır. Asıl adı H. H. Munro olan Saki, duygusal öyküleriyle yürek parçalayan O. Henry, Fahrenheit 451 ile tanınan ama müthiş öykülere sahip Ray Bradbury'yi de usta kısa öykü yazarları arasında sayabiliriz.


Türkiye'de


Türkiye'de incelikli küçürek öykü örnekleri elbette bulunuyor. En başta Ferit Edgü ve merhum Hulki Aktunç bu alanda eser vermiş usta ve değerli yazarlarımızdan. Gün geçtikçe küçürek öykü dalında yepyeni eserler veren yazarlarımızın sayısı artıyor.

Örnek vermeden de olmaz tabii. İşte, Ferit Edgü'nün en çok alıntılanan ve incelemeye konu olan öykülerinden biri:

ÖÇ

Köyün en hoppa kızını, köyün en aptal gencine verdiler. Sayısız çocukları oldu ama hiçbiri o aptal gençten değildi.

Kurallar?


Küçürek öykülerin kuralları var mı? Kesin bir tanımı olmasa gerek. New York Times yayın editörü 55 kelime sınırı koyarken başka bir kaynak başlık yedi kelimeden fazla olmamalı diyor. Bu kurallar elbette dilden dile değişir. Kelime uzunlukları ve imla kuralları dillerde farklılık göstereceği için dünya çapında bir kural belirlemek pek mümkün görünmüyor. Bu arada küçürek öyküler yabancı dergilerde kelime sayısına göre değişik isimler almaya, küçürek öykü kendi içinde türlere ayrılmaya başladı bile.

İyi eserler verildikçe, türlerde çeşitlilik, edebiyatta zenginlik demektir. Daha nice küçürek öykülere!

Kısa Öykü Üstadı: Anton Çehov

Kısa öykü son yıllarda adından daha da söz ettiren ve farklı edebiyat deneyimlerine meydan veren bir yazın türü. Minimal öyküler, rahmetli Hulki Aktunç'un deyişiyle küçürek öyküler kısa öykünün son geldiği nokta. Ama onları bir başka yazıya bırakarak kısa öykünün ilk ve en usta isimlerinden birinden bahsedelim: Anton Çehov.

Eski isimlere baktığınızda tek bir uzmanlık alanı görmeyiz genelde. Bir kişi hem filozof hem astronom hem zanaatkar olabilir mesela. Anton Çehov da kısa öykü yazarı, dramaturg ve doktordu. Günümüzde tarihin en iyi kısa öykü yazarlarından biri olarak anılıyor.

Gönül Anton Çehov'u Rusça aslından okumayı ister ama şanslıyız ki Türkçede birçok eserinin çevirilerini bulabiliyoruz. Kısa öyküleri de ("Memurun Ölümü", "Köpeğiyle Dolaşan Kadın") oyunları da (Vanya Dayı, Vişne Bahçesi) çeşitli yayınevleri tarafından basılmış durumda. 

Anton Çehov hakkında ilginizi çekebilecek birkaç bilgi de verelim:

- İlk eserlerini ticari kazanç amacıyla verdi ama sanatsal tutkusu arttıkça modern kısa öykünün evrimine etki edecek yenilikler yaptı. Daha sonra James Joyce ve başka modern yazarlar tarafından benimsenecek olan bilinç akışı tekniğinin erken kullanımı da onu orijinal kılan özelliklerden. Ayrıca geleneksel öyküdeki ahlaki sonları da reddetti.

- Okuyucularının bu yeni teknikten zorlanması onun için bir özür sebebi olmadı. Sanatçının rolünün soruları yanıtlamak değil soru sormak olduğunu vurguladı.

- Çehov da çoğu ünlü yazar gibi çocukluktan itibaren yazmaya başladı. Ama onun için dönüm noktası aşırı çalışmaktan yorulup sağlığı bozulduğunda Ukrayna'ya seyahat etmesi oldu. Orada bozkırların güzelliği onu büyüledi ve fazla orijinal, oldukça tuhaf bulunan, novella uzunluğunda bir kısa öykü yazdı.

- Anton Çehov, içlerinde George Bernard Shaw, Virginia Woolf ve Elia Kazan gibi birçok ünlü ismi de etkiledi. Yine ondan etkilenen bir başka yazar, Ernest Hemingway, hayranlığını ve belki kıskançlığını kendi üslubuyla ifade etti: "Çehov'un yaklaşık 6 tane güzel öyküsü var. Ama amatör bir yazardı."

Çehov'u keyifle okumaya devam!


İyi ki doğdun Hulki Aktunç!

Edebiyatımızın en yetkin yazarlarından biri olan Hulki Aktunç, 29 Haziran 2011 tarihinde aramızdan ayrıldı. Ama biz onu doğum gününde analım ve eserleriyle hatırlayalım dedik.

Hulki Aktunç öykü, roman, şiir ve deneme dalında eserler vermiş olan çok verimli ve bol ödüllü bir yazar. Ayrıca sosyal ve hoşsohbet kişiliğiyle de çevresi tarafından oldukça seviliyordu.

Eserlerinde dilde yenilikçiliği dikkat çekerken toplumsal bellekten konular seçmesi de önem taşıyor. 12 Eylül Darbesi, 6-7 Eylül birçok travmatik tarih Hulki Aktunç'un öykü ve romanlarında yerlerini almış.

Usta yazarın yayımlanmış birçok eseri var ama şu sıralar baskısı olanlardan biraz bahsedelim:

Şiir


Sönmemiş dizeler: Hulki Aktunç'un bu şiir kitabında büyük dizeler var. 2009 yılında yayımlanan eserin 2010 yılında hem Necatigil Şiir Ödülü'nü hem de Metin Altıok Şiir Ödülünü aldığını not düşelim.

"Sözcük sözcükle konuşur
Konuşur bağrışır savaşır
Adını ararken söner bir şiir."

Firak - Toplu Şiirler: Bu kitapta, Hulki Aktunç'un değerli şiirlerini bir arada bulabilirsiniz.

"Bir kalem dikin mezarıma
Yan yana gelmemiş
Sözcükler var daha" ("İnsan Aşklarının Küldür"den)

Öykü


Toplu Öyküler 1 - Gidenler Dönmeyenler: Hulki Aktunç'un toplu öykülerinin yer aldığı birinci kitapta Gidenler Dönemeyenler, Kurtarılmış Haziran, Ten ve Gölge'deki öyküler bulunuyor.

Toplu Öyküler 2 - Bir Yol Göstericinin Hayatı - Güz Herşeyi Bilir: Hulki Aktunç'un toplu öykülerinin yer aldığı ikinci kitapta Bir Yol Göstericinin Hayatı ve Güz Herşeyi Bilir'deki öyküler bulunuyor.

Roman


Son İki Eylül: Kitabın ismi 12 Eylül'ü hatırlatıyorsa yanılmıyorsunuz. Hâlâ süren bu büyük toplumsal travmanın insanlar üzerindeki yıkıcı etkisinin şiirsel bir dille anlatıldığı önemli bir roman.

Bir Çağ Yangını: Türkiyeyi saran bir yangını anlatan bu roman üstün anlatımı ve kurgusunun yanı sıra adete bir kehanet özelliği de taşıyor.

Deneme


Erotologya? Bir Türkiye Erotologyası'na Giriş İçin Denemeler: Cinsel konularda muhafazakar bir toplum olmamıza rağmen bu konuda aslında çok köklü ve coşkulu bir geleneğe, alışkanlıklara sahip olduğumuzu gösteren değerli bir deneme ve araştırma kitabı. Kitap içerisinde yabancı kökenli kelimelere Türkçe karşılıklar da getirmeye çalışmış Hulki Aktunç. Örneğin, homoseksüel yerine hemcinsel, heteroseksüel yerine diğercinsel.

Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü: Hulki Aktunç'un Türkiye edebiyatına en büyük katkılarından biri. Alanında birçok özelliğiyle ilk ve tek. Hulki Aktunç'un büyük emek sarf ettiği, yaklaşık 16 yıl üzerinde çalıştığı ve yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da ilgi gören bir eser.

Yoldaşım 40 yıl: Hulki Aktunç'un kendi anlatımıyla hem kendi hayatı hakkında anılara ve Türkiye tarihi hakkında ipuçlarına tanıklık edebilirsiniz bu kitapla.

Araname: Ara Güler hakkında bir kitap Araname. Hulki Aktunç'un kıymetli eşi Semra Aktunç'un da imzası var. Ara Güler'le dostluklarının, anılarının, sohbetlerinin kağıda dökülmüş hali, belge niteliğinde keyifli bir okuma. (Ara Güler'e geçmiş olsun temennimizi de iletmiş olalım yeri gelmişken.)

Biz seni okumaya doyamıyoruz, iyi ki doğdun Hulki Aktunç!


Salvador Dali Hakkında İlginç Bilgiler

Salvador Dali, sadece sanat tarihinin değil dünya tarihinin en sıra dışı karakterlerinden biri. Sürrealizmin en dikkat çekici eserlerinden birçoğuna imza atan Dali, tablolarının yanı sıra çizimleri ve farklı ürün tasarımlarıyla da tanınıyor. Çılgın bakan gözleri ve özel şekillendirdiği bıyığıyla da akıllarımızda yer etmiş durumda. İşte Salvador Dali hakkında ilginç bilgiler:

1. Katalan kökenli olan Dali'nin tam adı Salvador Domingo Felipe Jacinto Dali i Domenech, 1. Marqués de Dali de Pubol'dur. (Şimdi biraz soluklanalım.)

2. Sürrealist film yönetmeni Luis Bunuel ile Un Chien Andalau (Bir Endülüs Köpeği) adlı filmde işbirliği yaptı. İngilizce altyazılı olarak izleyebilirsiniz. Salvador Dali, animasyon film yapımcısı Walt Disney'le de enfes bir işbirliği var: Muhteşem görüntüleri ve müziğiyle Destino.

3. Salvador Dali'nin 1929'da tanıştığı ve ömrünün sonuna kadar ilham perisi olan Gala'ya birçok tablosunda rastlayabilirsiniz. Asıl adı Elena Ivanova Diakonova olan Gala, Dali'den önce sürrealist şair Paul Eluard'la evliydi.

4. Salvador Dali sanatıyla çığır açsa da politik görüşüyle tepki topladı, dönemin diktatörü Franco'yu savunması sürgündeki İspanyol yazarlar tarafından tepkiyle karşılandı. Hatta, 1960 yılında New York'ta düzenlenen bir sergiye Dali'nin eserinin dahil edilmesine karşı tepki gösterdi.

5. Midnight In Paris (Paris'te Gece Yarısı) filminde Adrian Brody'yi Salvador Dali'nin gençliğini oynarken izleyebilirsiniz. Neredeyse birebir canlandırılan rolde, Dali'nin favori sözcüğü "gergedan". (Filmde Salvador Dali'ye Luis Bunuel ve Man Ray de eşlik ediyor.)


Çentik Atıyoruz!

Çerçi Sanat'ta farklı isimde bölümlerimiz olduğuna değinmiştik. Örneğin, dosya konularını işlediğimiz Günebakan. Çentik bölümümüzde tanıtım yazıları yer alıyor. Çentik'te edebiyat ve sanat dalları hakkında tanıtıcı bilgiler bulabilirsiniz.

Nelere çentik attık?


Edebiyat: Kitap tanıtımları, Çerçi Sanat'ta önemli bir yer tutuyor. Okuduğunuz, paylaşmak istediğiniz ve okunmasını önemli gördüğünüz kitapları tanıtmak gibisi yok. İlk iki sayımızda yayınlanan kitap tanıtımlarımızı örnek verebiliriz.

Şengül Can, Berna Durmaz'ın Bir Hal Var Sende ve Ercan Kesal'ın Peri Gazozu kitaplarını, Yusuf Turhallı Şener Özmen'in derlediği Uykusu Bölünenler kitabını tanıttı.

Sinema: Klasik ve modern filmler gerek konuları gerek çekim teknikleriyle bize birçok şey anlatıyor, birçok şey katıyor. Dilimiz vardığınca, eleştirinin hakkını vererek inceliyoruz onları.

Gerçek İnan'ın Mavi En Sıcak Renktir filminin tanıtımını okuyabilirsiniz.

Müzik: Dijital müziğin etkisi altında kalmış görünse de müzik albümlerinin hâlâ önemli bir yeri olduğu yadsınamaz.

Bilge Demircan bundan yola çıkarak Sarp Maden'in Durmaksızın ve Tanju Duru'nun Duru Zamanlar albümlerini tanıttı.

Tiyatro: Oyuncularla ve sanatla birebir temas, coşkun duygular tiyatro oyunlarında bizi bekliyor. Özel tiyatroların devam edebilmesi için destek gerekli. Çentik'te tanıtım yaparak katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

İlk iki sayıda, Tülay Akyol Sessizlik ve Şekersiz oyunlarını, Nilay Uslu Oyun oyununu tanıttı.

Nelere çentik atmak istiyoruz?


Yukarıda saydığımız dallarda çentik atmaya devam ederken ismimizdeki "sanat" kelimesinin hakkını vermek niyetindeyiz. Bundan sonraki sayılarda dergimizde çok çeşitli sanat dallarına yer vermek istiyoruz.

Resim: Birbirinden değerli sanatçıların sergileri, bu sergilere ev sahipliği yapan galeriler... Hepsi ama hepsi birer çentik atılmayı bekliyor.

Heykel: Heykeltıraşlar sanatlarını birbirinden farklı malzemelerle icra ediyorlar: seramik, metaller, kâğıt... Bize düşen bu çeşitliliği kaleme almak olacak.

Fotoğraf: Tek bir fotoğraf koskoca bir hikâyeyi anlatabilir. Her fotoğrafçının kendine has tarzı ve fotoğraf sergileri çentik bölümünde yer alacak.

Bu kısa yazıya adını sığdıramadığımız enva-i çeşit sanat ve zanaat dalları da dahil elbette.

Ben de çentik atmak istiyorum diyenler için adresimiz: iletisim@cercisanat.com

Nelerden ilham alırız?

Edebiyat ve sanatta bir eser ortaya çıkarmadan önce yaratıcı bir fikir için ilhamdan, diğer adıyla esinden medet umarız. "İlham geldi" ya da "ilham gelmiyor" dediğimizde hem bizden dışarıda bir kuvvetten hem de içimizde meydana gelen bir süreçten bahseder gibiyiz. Nedir bu ilham ve nelerden ilham alırız?

Birçok dil, din ve kültür de bu dışarıdan gelen kuvveti doğaüstü bir şekilde tanımlanmıştır. Eski Yunanda ilhamın perilerden veya Apollon ile Dionysus'tan geldiğine inanılır. Kuzey ülkelerinde tanrı Odin de ilham kaynağıdır. Hristiyanlıkta ilhamın Kutsal Ruh'tan geldiğine inanılır. İslamda "vahiy" kelimesi ilham kelimesini karşılıyor görünür. Doğaüstü açıklamada ilham dışarıdan gelen bir şeydir.

İlhama rasyonel açıklama getiren kişilerden biri 18. yüzyıl filozoflarından John Locke insan zihnindeki fikirlerin birbiriyle birleşmesinden kaynaklandığını ileri sürdü. Sigmund Freud, ilhamın sanatçının içsel tininde bulunduğunu savundu. Carl Gustav Jung bir sanatçının, insan zihninin arketiplerinin kodlandığı belleğe uyum sağladığını düşündü. Rasyonel açıklamalarda ilham insanın içinde meydana gelen bir süreçtir.

Türkçede "ilham geldi", "ilham gelmiyor", "içime doğdu" diye kullanımlar vardır. Arapça kökenli olan ilhamın Türkçe karşılığı esin kelimesi esmek kelimesinden gelir. Dilde de yine doğaüstü, dışarıdan gelen bir anlam fark edebiliriz. Ama ilham ister dışarıdan gelsin ister içimizde olsun, onu çeşitli yollarla besleyebiliriz.

İlham kaynakları


Yeni deneyimler kazanmak ilham perisini çağırmanın en iyi yollarından biri olsa da hayal gücü, bilgi işleme kabiliyeti ve pek tabii ki dildeki yetkinlik asla hafife alınmamalı. Edebiyatta, hiç denize gitmeden denizi betimleyen yabancı bir şairin bahsi de geçer. Belki de bütün bu unsurları karıştırıp mükemmel karışımı ortaya çıkartma yeteneğidir ilham.

Ünlü yazar James Joyce eserlerinde ailesinden ilham almıştır. Eşini, kızını yazmıştır. Biz de pekâlâ ondan ve onun gibi yazarların, sanatçıların yaşamlarından ilham alabiliriz. Bu yazarların, sanatçıların eserlerinden ilham alabiliriz. Bir kitap, bir tablo, bir heykel, bir şarkı bir film... Hemen her şey ilham kaynağımız olabilir.

İlhamın beş duyumuzla da alakası olabilir. Bir ses, bir renk, bir tat, bir koku bizde bir şeyler tetikleyebilir. Bir odanın, bir şehrin tasarımı da. Belki de ilham dışarıdan aldığımız etkilerin fikirlerimizle birleşmesidir. Belki de yazmak için vakit ayırmak, yazmaya odaklanmanın sonucunda ortaya çıkan bir süreçtir.

İlham gelmemesi de bunun tam tersinden kaynaklanıyor olabilir mi? Ya da daha öncekinden daha iyi bir eser verememe tedirginliğinden? Kesin bir cevabımız yok hiçbirine. Ama temennimiz o ilhamın bizleri hiç yalnız bırakmaması...

Günebakan'da kimler var?

Çerçi Sanat'ta bölümlerin adını farklı şekillerde adlandırmayı tercih ettiğimizden "Çerçi Sanat Yayında!" yazımızda değinmiştik. Günebakan, dosya konularımızın yer bulduğu bölümümün. Neden "günebakan"? Çünkü günebakan, başka bir adıyla ayçiçeği yüzünü güneşe dönen bir bitkidir. Biz de dosya konularımızda güneşin aydınlattığı yolda, güncel olanda ilerlemek istedik. Elbette köklerimizden, kök yazarlardan beslenmeyi ihmal etmeyerek...

Günebakan konuklarımızı hatırlamaya ne dersiniz?

1. sayımızın Günebakan konuğu Şule Gürbüz


Her sayıda ayrı bir heyecan yaşıyoruz ama ilk sayımızın heyecanı daha farklıydı elbette. 1. sayımızın Günebakan konuğu Şule Gürbüz. (Geçmiş zaman kullanmıyoruz, çünkü Çerçi Sanat'ta her yazıya her an erişebilirsiniz.)

Şule Gürbüz'ün Kambur, Zamanın Farkında ve Coşkuyla Ölmek kitaplarını inceledik. Gençliğinde Kambur'u yazdıktan sonra on dokuz yıl ara vermesi, bir ustadan saat işçiliğini öğrenip bu zanaat dalında çalışmayı tercih etmesi, eserlerindeki zaman vurgusu ve ayrıntılı anlatımı dikkatimizi çeken ayrıntılardandı.

Söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz: http://cercisanat.com/dergi/1/sule-gurbuz-ile-soylesi


2. sayımızın Günebakan konuğu Hüseyin Kıran


2. sayımıza konuk olan Hüseyin Kıran'ın Madde Kara, Resul, Gecedegiden ve Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır kitaplarını inceledik. Hüseyin Kıran'ı felaket anlatısı, kimlik, isim edinme ve bilinçdışı açısından inceledik. Zor bir süreçti ama özenli ve keyifli yazılar ortaya çıkarmaya çalıştık.

Söyleşiyi buradan okuyabilirsiniz: http://cercisanat.com/dergi/2/huseyin-kiran-ile-soylesi


3. sayımızın Günebakan konuğu Faruk Duman


Faruk Duman dosyası üzerinde hala çalışıyoruz. Yazılarımız şekillenmeye başlarken dikkatimizi çeken unsurlar masalsı anlatım ve sislerin içinden göz kırpan bir çocukluk oldu.

Söyleşiyi yeni sayımız yayınlandığında okuyabileceksiniz.

Küçük bir de sürprizbozan verelim: Diğer sayılarda sadece günümüz yazarları dosya konusu olmayacak, bazo sayılarımızda çeşitli temalar da Günebakan'da yerini alacak.

Yeni sayılarımızda görüşmek üzere!

Saatleri Ayarlama Enstitüsü İngilizcede!

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü başyapıtı artık İngilizcede de okunabilecek.

İngilizceye The Time Regulation Institute adıyla çevrilen romanın çevirmenleri Alexander Dawe ve Orhan Pamuk çevirilerini de üstlenen Maureen Freely. Çeviri, eski klasikler ve modern klasiklere yayın programında ağırlıklı olarak yer veren Penguin Yayınları tarafından basıldı. Kitapta, Pankaj Mishra'nın önsözü de bulunuyor.

New York Times yazarlarlarından Martin Riker, önemli bir yapıt olduğunu kabul ettiği kitapta, Türkiye tarihçesinden kültürel ayrıntılara kadar oldukça fazla açıklama olduğunu ve bunun yabancı dilden çevrilen bir kitabı biraz daha yabancılaştırabileceğini belirtiyor. Ayrıca ekliyor: "... kâr amacı gütmeyen kuruluşlar diyebileceğimiz kuruluşların okuduğum en kapsamlı hicvi. Yönetmelik ve bürokrasi, Tanpınar'ın tek hedefi değil, kurgu sırasında betimlediği her karakter için hicvedilecek afili bir inanç sistemi ileri sürüyor. Simya, spiritüalizm, psikanaliz, siyaset, akademik teoriler, Hollywood romantizmi; zaman zaman Tanpınar'ın romanı insan ahmaklığının ansiklopedisi gibi okunuyor."

İngilizce olan yazının tamamını şu linkten okuyabilirsiniz:
http://www.nytimes.com/2014/01/05/books/review/the-time-regulation-institute-by-ahmet-hamdi-tanpinar.html?_r=0

Kitap kapağını aşağıda görebilirsiniz:




"İstenmeyen" Meslekler


"Anne, ben yazar olmak istiyorum", "Baba, ben konservatuara hazırlanıyorum!" dediğinizde olumlu yanıt alma olasılığınız nedir? Büyük olasılıkla çok düşük. Felsefe veya sosyoloji okuyorum dediğinizde insanların yüzünün alacağı limoni ifadeyi görebilirsiniz, bazı iyi niyetli kişiler size "iş" bulmaya çalışabilir ve alacağınız muhtemelen yanıt: "Yap tabii, hobi olarak yine yap." Ama siz başka şeylerle uğraştıkça genelde istediğiniz alana hakkıyla eğilemezsiniz.

Edebiyat, sanat dalları, sosyal bilimler, fen bilimleri, vb neden günümüzde, genel geçer bakış açısına göre meslekten sayılmıyor?

Saydığımız bu alanlarda popüler mesleklerdeki kadar pozisyon, maaş, vb olmayabilir. Ne var ki, o meslekleri yaptığınızda bunları edinebileceğinizin garantisi yok. Bu konudan kitaplar dolusu yazı çıkabilir ama iki açıdan kısaca değerlendirelim.

1. Üretim


Masa başında yapılan işleri düşünün. Bir bütünden size koparılmış bir görevi icra edersiniz, görevi tamamlarsınız ve sizden çıkar. Ama bir yazar, sanatçı veya zanaatkar için durum farklıdır (kar amaçlı çalışmama durumunda elbette). Örneğin, bir öykü tamamen sizin şekillendirmenize bağlıdır, tamamıyla kendiniz ilgilenirsiniz, başka görüşler alırsınız, yazdıktan sonra sizden çıkar ama yine de sizin eserinizdir. Bir şey üretmenin hazzını yaşarsınız ve ürününüze yabancılaşmazsınız. Tüketime dayanan bir sistemde üretici mesleklerin dışlanması aslında şaşırtıcı değil.

2. Kendi için çalışma


Üretimle bağlantılı olarak ürününüzü tam da kendi için üretirsiniz. Popüler mesleklerde yukarıda belirttiğimiz gibi bütün bir parçasını yürütme görevi size verilir ve onu tamamladıktan sonra sizden tamamen uzaklaşır. Nihayetinde patronunuzu tatmine ulaştıracak bir sürecin aracısı olursunuz ama size gerçek bir tatmin sağlamaz. Halbuki seramikten bir çanak yaptığınızda size tek kuruş getirmeyecek, kimsenin haberi olmayacak bile olsa o kendi içinde bir bütündür. Kapitalist sistem bir emeği, bir bedeni (özellikle kadın ve hayvan bedenini) değersizleştirmek için parçalara böler. (Mesleki ayrışma da Fordist sistemin getirdiği bir sonuçtur.)

Çevremizde yok mu popüler olanın çizdiği yolu kullanmayanlar? Elbette var. İlk sayımızın Günebakan konuğu olan Şule Gürbüz gerçekten cesur bir örnek. Bir usta yanı da saat tamirciliğinin inceliklerini öğrenerek bu alanda çalışmayı tercih ederken zamana ve ayrıntıya karşı bu duyarlılığını eserlerinde de işliyor.

Her biri "güncel" mesleklerle uğraşan/uğraşmak zorunda kalan Çerçi Sanat ekibi olarak Şule Gürbüz gibi örneklerin çoğalması dileğiyle...

Çerçi Sanat'taki görsellerin kaynakları neler?

2014'ün ilk blog yazısıyla merhaba!

E-dergi ve blog gibi çevrimiçi yayınlarda telif sorununa değinmiştik. Edebiyat ve sanatı merkezine alan bir e-dergi olarak, kaliteli sayılar sunmanın yanı sıra hem yazılarda hem de görsellerde telif hakları ihlal etmemeye özen gösteriyoruz. Peki, Çerçi Sanat'ta göreceğiniz görseller ağırlıklı olarak nerelerden ediniliyor?

1. Yetenekli ilüstratörlerimizin gönderdiği eserler


Dergimizde yer alma teklifimizi kabuk eden ve gönüllü olarak eserlerini paylaşan ilüstratör arkadaşlarımız, öykü ve şiirlerin görsel olarak da dile gelmesini sağlıyorlar. Bir nevi sanat içinde sanat...



2. Ekip arkadaşlarımızın kendi çektiği fotoğraflar


Mutfaktaki arkadaşlarımız, özellikle Günebakan'a konuk olan yazarlarımızın kitaplarını farklı kompozisyonlarda çekerek hem özgün olan hem de göze hitap eden görseller sunmayı hedefliyorlar.



3. Yazarlarımızın kendi gönderdiği/paylaştığı görseller


Elbette, yazarlarımızın kendi gönderdikleri veya bizim kullanmamıza izin verdikleri fotoğraflar ve el yazıları gibi özel görseller de var.



Mevcut görselleri ifade gücü en fazla ve çözünürlüğü en yüksek olanlardan seçmeye özen gösteriyoruz. Ayrıca, dergi kapaklarımız ve Facebook sayfamızda yayınladığımız görseller de özel hazırlanıyor. E-dergi olmanın sorumluluğunu elden bırakmak yok!