Bugün Dünya Tiyatrolar Günü!


Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü. Dünyanın 48 ülkesinde her yıl etkinliklerle kutlanan tiyatro günü ülkemizde de Şehir ve Devlet Tiyatroları ile çeşitli bağımsız grupların ücretsiz gösterimleriyle kutlanıyor.

A. M. Julien adında bir Fransız tiyatro adamının ilk kez 1957’de Paris’te düzenlediği ‘Theatre Des Nationes’ (Uluslar Tiyatrosu) adıyla başlattığı festival geleneği, dünyanın bir çok yerinden gelen tiyatro etkinliklerini bir araya getirmeyi amaçlıyordu. Daha sonraki yıllarda dans ve operanın da eklendiği festival çok büyük ilgi gördü.

1947 yılında İngiliz oyun yazarı ve eleştirmeni J. B. Priestley başkanlığında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü dünya üzerinde 48 ülkede temsilcilikler oluşturmak üzere örgütlenmeyi sağladı. 1962 yılında üye ülkelerce kutlanmak üzere bir tiyatro günü belirlemeye karar verdi ve bu günü Uluslar Tiyatrosunun açılış tarihi olan 27 Mart olarak kabul etti. Ülkemiz de 1978'den bu yana bu örgütlenmenin içerisinde yer alıyor ve 27 Mart’ı Dünya Tiyatrolar Günü olarak  kutluyor.

Enstitü aynı zamanda 1962 yılından itibaren her yıl dünyaca tanınmış bir tiyatro adamının kaleme aldığı bir bildiri yayınlamaya başladı. Bu bildiriler 27 Mart’ı kutlayan tüm ülkelerde gösterimler öncesi sahnelerde, televizyon kanallarında ve radyolarda okunuyordu. 1977 yılında enstitü her ülkenin kendi bakış açıları  ile ulusal bildirilerini de yazmasına karar verdi. Türkiye’de 1978 yılında ilk Ulusal Tiyatro Bildirisini Muhsin Ertuğrul yazdı.

Bu yıl da 2014 Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisini Güney Afrikalı oyun yazarı ve yönetmen Brett Bailey, Türkiye’de ise 2014 Ulusal Alternatif Tiyatro Bildirisini Yücel Erten yazdı.

Bizler de Çerçi Sanat olarak bu iki bildiriyi sizlerle paylaşmak istedik. Herkesin Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun.

2014 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ


 Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar.

İnsanlar ufacık köylerde ağaçların altında, koskocaman şehirlerde gelişkin teknolojinin eseri sahnelerde, okul salonlarında, arazilerde, tapınaklarda, gecekondu mahallelerinde, şehrin göbeğinde, halkevlerinde, yoksul mahallelerin bodrumlarında, insanlık halinin o karmaşık durumunun, çeşitliliğimizin, kırılganlığımızın bir ifadesi olarak, bedenle, nefesle, sesle yarattığımız gelip geçici teatral dünyalarda yakınlaşırlar birbirleriyle.

Bir araya geliyoruz çünkü ağlayıp hatırlayacağız, güleceğiz ve dalıp gideceğiz düşüncelere, öğreneceğiz ve tasvip edeceğiz, hayaller kuracağız. Teknik hünerimize şaşırtırken tanrılar bedenlenecek cismimizde. Güzelliği, şefkati ve canavarlığı yaratmaya yeter olmamızın ortak nefesini yakalayacağız. Bir araya geleceğiz çünkü canımıza can katıp gücümüzü toplayacağız. Farklı kültürlerimizin zenginliklerini kutlayıp bizi bölen sınırları sileceğiz.

Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar. Bir arada bulunmaktan doğar, birinden öbürüne değişen geleneklerimizin maskelerini takar, kıyafetlerini giyer. Dillerimizi, ritimlerimizi, beden dillerimizi kendisine mâl ederek kalabalığımızın orta yerinde temiz bir alan açar.

Ve biz, bu kadim ruhla çalışan sanatçılar, bu ruhu yüreğimiz, düşüncemiz ve bedenimiz aracılığıyla yaymaya öylesine zorunluyuzdur ki, gerçekliklerimizi olanca somutluğu ve ışıl ışıl bilinmezliğiyle ortaya koyabilelim.

Ancak, milyonlarca insanın hayatta kalma mücadelesi verdiği, baskıcı rejimlerden ve vahşi kapitalizmden acı çektiği, çatışmalardan ve felaketlerden kaçtığı, özel hayatımızın istihbarat teşkilatları tarafından dinlendiği, sözcüklerimizin saldırgan hükümetler tarafından sansürlendiği, ormanların üzerinden geçilip türlerin yok edildiği, okyanusların zehirlendiği bu çağda asıl soru şudur; neyi ortaya koymaya zorunluyuz?

Güç dengesinin olmadığı, çeşitli baskın düzenlerin bizi tek ulus, tek ırk, tek cinsiyet, tek cinsel tercih, tek din, tek ideoloji, tek kültürel sistemin diğer hepsinden üstün olduğuna inandırmaya çalıştığı bu dünyada sanat alanlarının toplumsal gündemin dışında tutulması gerektiği konusunda ısrarcı olmak ne kadar savunulabilir?

Gösteri mekânlarının ve sahnelerin sanatçısı olan bizler, piyasanın steril taleplerine uyum mu sağlıyoruz yoksa toplumun yüreğinde ve aklında temiz bir yer açabileceğimiz, insanları etrafımıza toplayıp bir taraftan hayran bırakırken diğer taraftan esin ve bilgi kaynağı olabileceğimiz, açık yüreklilik ve ortaklaşmayla dopdolu bir dünya yaratabileceğimiz gücümüzü mü kullanıyoruz?

Brett BAILEY



2014 DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ ALTERNATİF BİLDİRİSİ


Bugün “Dünya Tiyatro Günü”. Yeryüzünün dört bir bucağında şenliklerle kutlanıyor. Bu yurdun sanatçıları olan bizler ise, şenlik düzenlemek bir yana, kaygı ve isyan duygusu içindeyiz.

İktidara hakim zihniyet, ülkemizde sanata topyekûn savaş açmış görünüyor. Gün geçmiyor ki sanat alanlarımız, gerici bir zihniyetin alelacele çırpıştırdığı yıkımcı buyruklarla karşılaşmasın.

Gözdağı, baskı, tehdit, sansür, rant ve yıkım, sanat alanlarımızın ve kurumlarımızın Alikıranbaşkeseni oldu.

Dans belden aşağı, heykel ucube, resim müstehcen, edebiyat sakıncalı, opera lüks, orkestra zulüm, sinema ayıp, tiyatro tehlikeli, kitaplar bomba sayılıyor.

İnsanlığın ortak mirası olan kültürel ve tarihi dokular, saygısız bir talan furyası ile karşı karşıya.

Sanat eğitimi gecekonduya sıkıştırıldı.

Sanat üretilen ve sunulan yapılar ya alışveriş merkezine ya da karakola dönüştürüldü.

Sansür gündelik olay halini aldı.

Sokak sanatçılarına karşı baskı ve taciz, aldı başını yürüdü.

Özel tiyatrolar, koşullu sadakaya bağlandı. Destek fonuna kabul edilemez, çağ gerisi bir ‘ahlaki ve milli değerler’ kapanı kuruldu.

Yerel yönetim tiyatroları belediye memurlarının meşrebine mahkûm edildi.

Adına TÜSAK denilen bir fetva ile cumhuriyetin gözbebeği sanat kurumları için idam fermanı düzenlendi.

Dozerler, TOMAlar, gaz fişekleri, akrepler ve çıyanlar, özgür düşüncenin, bilimin ve sanatın kapısında nümayiş halinde…

Bütün bunlar karşısında, yandaş medya kör ve sağır. Üniversitelerin tiyatro bölümleri kıpırtısız. Kültür Bakanlığı uzman, memur ve danışmanları önünü ilikliyor. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün Türkiye Milli Merkezi de tabuttaymışçasına suskun…

Sanat kurumlarımız zaman içinde aşınmış ve yıpranmış olabilir.

Buna yol açan, çağın isteklerine yanıt veremeyen eskimiş yasalar, siyasilerin ve yöneticilerin ihmalleri, orantısız derecede düşük bütçe ve yatırımlar, moral bozucu çifte standart uygulamaları ile asılsız ve orantısız suçlamalardır.

Çok iyi biliyoruz ki, mevcut durumdan sanatçılar da hoşnut değildir. Ve çözüm üretmek için çalışmaktan geri durmamış, emek vermiş, öneriler ortaya koymuşlardır.

Ne var ki iktidardaki zihniyet, bu birikime kulaklarını tıkamıştır. Kurumları onaracak, iyileştirip geliştirecek rasyonel tedbirleri almak yerine, yıkımcılık yolunu; halkın sanat ihtiyacını uygun şekilde karşılamak yerine de, kâr ve rant yolunu seçmiştir.

Biz sanatçılar, ustalarımızdan el aldık. Sanatımızı öğrenirken, insanı görmeyi, insanı sevmeyi öğrendik.

Siyasal rant oyunlarını değil, oyun sevinciyle gönülleri fethetmeyi öğrendik.

Dans ederken; yerçekimine meydan okumayı, insanların bedenine ve ruhuna kanat takmayı öğrendik. Biz bedenimize çelik bir disiplin kazandırmak için parmak ucuna çıkarken, sıçrarken; toplumu yüceltmenin, sıçratmanın düşünü paylaştık.

Çoksesli şarkılarımızı söylerken; kulaklardaki ve zihinlerdeki duvarları yıkmayı öğrendik. Arşe çekmeyi, üflemeyi öğrenirken; insanların yüreğine su serpmeyi, zihnine ışık tutmayı öğrendik.

Biz fırçamızla renkleri türküye ve halaya dönüştürmeyi; ağaç, toprak, taş ve tunca Kybele anamızla Nasreddin babamızı koymayı öğrendik.

Sesimizi, diyaframımızı, kulağımızı, ellerimizi, bedenimizi eğitirken; insanlığın doğrularını savunmak için sesimizi gürleştirmeyi de öğrendik.

Sadece ezber yapmayı öğrenmedik; dar kafalı siyasetçilerin, sömürgenlerin, aymazların ve çıkarcıların ezberini bozmayı da öğrendik.

Orkestralarımız uyum içindeki çoksesliliğin simgesidir.

Sahnelerimiz insanlığın kendisiyle yüzleştiği, tarihiyle ve geleceği ile hesaplaştığı, iyi ile kötüyü ayırt ettiği, önyargılarla savaştığı, aydınlığa ulaşmaya çalıştığı şenlik alanlarıdır.

Sessizliğin içindeki çığlığı, heyecanın barındırdığı dönüşümü, gözyaşının arındırıcı hızını, kahkahanın devrimci gücünü; avuçlarımızda su taşırcasına seyircimizle paylaşırız.

Ama biz sanatçılar yalnızca duygular dünyasının ve ilhamın değil; aynı zamanda aklın, bilginin, bilincin, vicdanın ve emeğin kuracağı, yeni ve güzel bir dünyanın neferleriyiz. Daha uygar bir dünya, kardeşçe ve daha iyi bir yaşam ve daha duyarlı, daha birikimli bir toplum; biz sanatçıların vazgeçilmez düşüdür. Bu yüzden sonunda, divan kurup yasa yapmayı da öğrendik.

Bu bağlamda: Sanat kurumlarımızın yok edilmesi girişimine sonuna kadar karşı çıkacağız! Susmayacağız, çünkü sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz!

Şunu söylemek ve savunmak, büyük savaşçı ve büyük sanatkâr Mustafa Kemal’e, cumhuriyetin kurucularına, yurdumuzun sanat öncülerine, bizleri yetiştiren aziz öğretmenlerimize, halkımıza ve tarihe karşı borcumuzdur:

Er ya da geç, yurdumuzda bilim ve sanat özgür, kurumları özerk olacaktır!…

YÜCEL ERTEN

Edebiyat ve Sanat Gündemden Sorumlu Mudur?

Başlıkta sorduğumuz soruya peşin peşin cevap verelim: Evet, sorumludur. Hatta ekleyelim. Edebiyat ve sanat özü itibarıyla özgür ve eleştireldir.

Denilebilir ki, hakim düşünceyi savunan iyi eserler de verilebilir. Orta Çağ'da sanatın din etkisi altında veya derebeylerin sponsorluğunda, onların istediği şekilde icra edildiğini gözlemleyebiliriz. Bu dönemde müthiş sanat eserlerinin varlığına şahit olabiliriz. Ama belli temalar altındaki enfes yorumlar sanatçının açtığı ufuklarla bağlantılı değil midir? O sanatçı mevzu bahis zorunluluklar altında olmasaydı daha çeşitli ve daha çarpıcı eserlere imza atmayacak mıydı diye insan düşünmeden edemiyor. (Rönesans da bir nevi böyle doğdu zaten.)

Sansür ve baskı edebiyatçıların ve sanatçıların önündeki en büyük engellerdir. Elbette genel geçer bir çizgide eser veren sanatçılar durumdan rahatsız olmayabilir, geleceğe kalmak gibi bir kaygıları da olmayabilir. Ama insanlık tarihine baktığımızda gidişatı değiştirenlerin, ellerini taşın altına koyan sanatçılardır. Sansür ve baskıyı kabul eden sanatçılar tarihte yitip gitmeyi ve önlerine konulan yaşamı kabul ederler. Kalıcı olanlar, ses çıkaranlardır. Bugün hâlâ Aziz Nesin, Bertolt Brecht gibi isimleri konuşuyorsak bunu bir düşünmemiz gerekli.

Sonuçları ne olursa olsun her yüzyılda, her siyasi ortamda eleştirel kalmayı, sonuçları ne olursa olsun ses çıkarmayı başaran sanatçılar olması umut verici. Yakın tarihimizde edebiyat ve sanata yönelik sansür ve baskı endişe verici ama aşılamaz değil. Mevcut ve gelecek nesillerin daha iyi bir yaşam sürmesi için edebiyat ve sanatın özgürlüğü ve eleştirelliği gerekli.

Muzip Bir Bilim Kurgu Yazarı: Douglas Adams

Bilim kurgu kitapları, iyi yazılmış olanları bilimsel gerçekliklerden beslenirken bizim de hayal gücümüzde yeni kapılar aralar. Hele bir de işin içine mizah girdi mi değmeyin okurun keyfine! Bilim kurgu ve mizah denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri Isaac Asimov ve pek tabii ki Douglas Adams.

The Hitchhikers Guide to the Galaxy (Otostopçunun Galaksi Rehberi) Douglas Adams'ın en ünlü ve en kapsamlı eseri. Altı romandan oluşan eser günümüz bilim kurgusunun en önemli parçalarından biri. Kallavi görüntüsüne rağmen o kadar sayfayı nasıl okuyup bitirdiğinizi fark etmiyorsunuz bile.

Kendi halindeki başkarakter Arthur Dent'in hayatı galaktik bir karayolunun evinden geçirileceğini öğrenmesiyle altüst olur. Başlarda dirense de bir arkadaşının desteğiyle ilginç maceralara atılır ki bunlara evrenin sonundaki restoranda yemek yemek de dahildir. Kitabın en eğlenceli ve en bilindik alıntısı -sürprizbozandan çekinenler lütfen paragrafın devamını okumasın- "42"dir. İnsanların yüzyıllardır merak ettiği bir soru vardır: "Hayatın anlamı nedir?" Bunu öğrenebilmek için dünyanın görüp göreceği en akıllı bilgisayarı icat ederler ve yüzyıllarca cevap beklerler. Sonunda cevap gelir: "42". Herkes büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Ama bilgisayar lafı gediğine koyar: "Önce doğru soruyu sormayı öğrenin!"

Douglas Adams çok yönlü bir yazar. Bilim kurgu ve mizah yazılarının yanı sıra radyo tiyatrosu,  televizyon dizisi ve bilgisayar oyunu da yazdı. Monty Python'da rol aldı, hem de ilk göründüğü sahne ironik bir şekilde 42. Bölüm oldu. Pink Floyd'dan oldukça etkilendi ve eserleri de bu etkiden yararlandı. David Gilmour'la da arkadaşlardı ve Adams'ın 42. doğum gününde Gilmour onun konuk olarak sahne almasını sağladı. Adams, konuk olduğu bu konserde "Brain Damage" ve "Eclipse" şarkılarında gitar çaldı. Radikal ateistti ve radikal kelimesini özellikle vurguluyordu ki insanlar agnostik olup olmadığını sormasınlar. Ayrıca, soyu tükenen canlıları savunan bir doğa aktivistiydi.

Otostopçunun Galaksi Rehberi yapımcıların gözünden elbette kaçmadı ve filmi çekildi. Başrolde, Bilbo Baggins olarak da gördüğümüz ve rahatına düşkün olup maceraya sürüklenme konusunda üstüne olmayan Martin Freeman oynuyor. Filmde Don't Panic (Panik Yok) havlusundan Deep Thought (Derin Düşünce)  bilgisayarına kadar birçok şeyi canlı canlı görme fırsatını elde etsek de kitabın tadını pek aldığımız söylememez.

Douglas Adams çok eski bir yazar değil ama etkisini daha uzun yıllar sürdüreceğini bu etkileyici eserinden anlayabiliyoruz.

Bilge Karasu Şiir Çevirileri

Çok sevdiğimiz ama bu dünyadan göçüp gitmiş bir yazardan yeni bir eser okuyamayacağımızı bilmenin burukluğu kaplar içimizi. Ama bazen güzel sürprizler olur ve biz yıllar sonra onun kaleminden bazı saklı kalmış satırlar okuma fırsatı elde ederiz. Ne mutlu ki Bilge Karasu için de böyle bir durum gerçekleşti.

Sunuş'ta da okuyacağınız üzere, Tunç Tayanç'ın iki yıllık titiz çalışması ve ona yardımcı olan Cevat Çapan ile adı geçen tüm edebiyatçılar sayesinde Bilge Karasu'nun şiir çevirilerini okuma şansına sahibiz şu anda.

Kitapta Bilge Karasu'nun dergiler ve başka mecralarda yayınlanmış Gustavo Adolfo Bécquer, Ferederico Garcia Lorca, Ezra Pound, William Shakespeare, T. S. Eliot, B[alachandra]. Rajan, Srinivas Rayaprol'dan şiir çevirilerini ve "Yunan Güldestesi" Epigramlarından Dört Mezar Yazıtı çevirisini okuyabiliyoruz.

Hepsi birbirinden güzel olan çevirilerde hem iyi bir edebiyat deneyimi yaşıyor hem de Bilge Karasu'ya olan özlemimizi biraz olsun dindiriyoruz. Kesinlikle kaçırılmamalı!

Adı: Bilge Karasu Şiir Çevirileri
Hazırlayan: Tunç Tayanç
Yayınevi: Metis Yayınları
Basım yılı: Şubat 2014